DOSTUN ARZUSU

Dün bir dostumdan haber geldi. Dostum beni okumak istiyormuş. Okumak istemesi dostça bir arzu... Zaten yıllarca dostlar tarafından anlaşılmamanın acısı içindeyim. Anlaşılmanın acısı içinde iken, bu dostum nasıl beni okuyacak ve nasıl tanıyacak? Bu arkadaşa vereceğim yanıtlar şimdi aklımda saklı kalmaktadır. Ama arkadaşa sorabilirim; okuma alışkanlığıyla fikri hayatımda geçtiğim merhaleleri anlayabilecek mi? Ben çevresine intibak edemeyen, kendi toplumunda haksızlıklara isyan eden, ne dindarlık taklidi yapabilen, ne şovenizm nimetlerinden faydalanmak isteyen biriyim. Bir de insanlığın izahını henüz kitaplarda bulabilen biri iken beni nasıl tanıyacak ve nasıl tanıtacak? Çevresine bağlı kalmaktansa yalnızlık hüviyetini her gün biraz daha fazla arttıran biri olarak dostuma derim ki; Yalnızlığı ben seçmedim. Ben çevreme bağlandım ama çevrem müphem ve yanlışlar yumağı olmaktan bir türlü öte gidemedi. Ben de tercihimi bir tefekkür çilesinden doğan yalnızlığımda aradım. Şimdi dostuma sorarım: Onlar mı benden ayrıldı yoksa ben mi onlardan? Ben onlardan ayrılmadım. Ayrıldığıma dair kesin konuşmak da güçtür. Ama tefekkürsüz toplumun içinde yaşamayı düşününce, düşünce üretemeyenler hep beni ürkütüyor. İçinde bulunduğum toplum sosyal haksızlıkların kaldırılması, herkesin layık olduğu yere oturtulması ve yoksulluk içinde acı çekenlerin gözyaşlarının dinmesi isteniyorsa ben hala onlarla beraberim. Ama düşüncelerimi ciddi bir tahlile tabi tutunca, anladım ki radikal düşüncelerim vardı ve bu düşüncelerle beraberken, içinde yer aldığım toplumun düşünceleriyle çakışıyor idim. Çünkü herkes kendi ideolojisi içinde kalırken, gerçekleri kaçırması oluyordu. Gerçek olan şudur; Sosyalizm hala bütün detaylarıyla müphemdir, Türkçülük ise; bir ilmi araştırmanın sonucu değil, sadece kan bağı ile saldırgan bir ruh haleti hakim olmakta iken, bugünkü dindarlar ise; değiştirdikleri din ile fazla cahil ve çıkarcı... Yani her ideoloji, ele alındığı günden beri değişerek kendi dışındaki tefekkürleri felç etmeye memur sayıyor kendini. Ve görülüyordu ki ilk günkü ideolojinin düşünce yumağı dağıtılmış ve düşünceler sadece sloganlara çivilenmiş... Zaten bu memlekette herhangi bir dehanın yetişmemesi bu ideolojik grupların marifeti olmaktadır. Bu memlekette düşünen insanların yetişmemesi bu ideolojik sloganların zırhını sırtında indirmeyenlerin marifeti olurken, uzmanlıkları sadece sınıf kavgasıyla kör dövüş olarak kalmaktadır. Bundan dolayı içlerinde biriktirdiklerini sadece kin ve nefrette çevirmektedirler. Kin ve nefret içindeki kavgalarını kaprislerine alet ederken, fikri hayatları her gün asli cevherini de kaybetmektedir. Şimdi asli cevherini kaybederek kendi kendini tahribe memur sayan bizimki değilse, hangi toplumdur acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR